Öncelikle geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Özkan Uğur ve Seyyid Abdülbaki Erol’a Allah’tan rahmet, tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum. Normalde bizim kültürümüzde ölümün ardından tevekkülle susulur, fakat her şeyimizi altüst eden ve bizleri her konuda konuşmaya mecbur hissettiren sosyal medya bu konuda da dengemizi bozmuş olacak ki bu iki ölümün ardından çokça konuşuldu Türkiye’de.
Özellikle son 20 yıldır devam eden Ak Parti iktidarı ile birlikte sıklıkla dile getirilen bir iddia şudur ki bu ülkenin dindar ve muhafazakar insanları her zaman hak ettiklerinden fazlasını, kendilerinden olmayanların da kendilerine uymasını istemektedir. Oysa bahsedilen ölümlerin ardından yapılan tartışma ve konuşmalar bunun hiç de böyle bir kez daha göstermiştir.
Bir yerli dijital içerik üreticisinin MFÖ grubu hakkında hazırladığı belgeseli izledim dün.YouTube’dan bakabilirsiniz, güzel bir içerik olmuş. Kendilerinin de belirttiği gibi MFÖ Batı tarzı müziğin içinde yetişmiş insanlardan müteşekkil, ilk şarkılarını İngilizce yapan hatta Türkçe üretime bir arkadaşlarının ısrarı ile geçen bir grup. Gerçi bu geçişin ardından özlerindeki güzelliği çok çabuk bir şekilde yansıtıp yerli tınıları popüler müziğin bir parçası haline getirmeleri çok zaman almıyor ama bu başka bir mevzu. Günün sonunda Batılı tarzda, dindarlara çok da hitap etmeyen hatta belirli bir yaşın üzerindeki dindarlar için fazla laubali popüler müzik üreten bir grubun üyesi olan Özkan Uğur toplumun tüm kesimleri gibi dindarların da gözyaşları ile dualarla derviş usulüyle uğurlandı. Kısacası dindarlar ölümünün ardından ama şöyle fakat böyle demeden bu topraklara ses olmuş bir sanatçıya saygıda kusur etmemeyi görev bildiler.
Fakat Seyyid Abdülbaki Erol’un ölümünün ardından ne görüldü? Bu topraklarda yaşayan bir kısım insanların bu toprakların kendilerine hitap etmeyen değerlerinden ne kadar bihaber olduğu. Kasıtlı ya da kasıtsız bir cehalet vardı ortada. Ülkenin her konuda haber yapmış gazetecilerinde bile genel kültür düzeyinde hakim olunması gereken terminolojiden uzaklık sırıtıyordu. Bir kısım insanlarsa ölümün ardından zamansız tartışmaları açmaya kalktılar. Erol’un liderliğini yürüttüğü Menzil Tarikati’nin hiç mi hatası yoktur? Elbette her insan topluluğunun olduğu gibi Menzil’in de hataları, mensubu olmayanların anlayışına uymayan yanları vardır, olacaktır, bu normaldir. Fakat bir dönem ülkedeki tüm AMATEM’lerden daha fazla insanı zararlı alışkanlıkların tesirinden kurtarmış, yüz binlerce seveni olan bir insanı uğurlarken bu hatalardan dem vurmak abesle iştigaldir. Hele hele siyasetçilerin yarın seçim olunca oy isteyecekleri yüz binlerce insanın bağlı bulunduğu bir zatın ardından taziye yayınlamasına saldırmak akıl tutulmasıdır, siyasetin doğasını anlamamaktır.
Ülkede her ne olursa olsun dindarların önemli bir kısmının iktidar partisinin ya da en azından iktidar bloğundaki partilerin arkasında saf tutmasının nedeni de yukarıda değindiğimiz anlayıştır. Seçim dönemine dönüp baktığımızda da Millet İttifakı’nda hep dindarlara verilen tavizlerden bahsolundu, bu ittifaka katılan sağ partilerin kendilerinden verdikleri ödünlerden değil. Konuyu günlük hayattan birçok örnekle uzatmak mümkün lakin siyasetten başladık siyasetten bir örnekle bitirelim. 28 Şubat Postmodern Darbesi’nde bu ülkenin en çok oy almış, 1. partisi konumunda olan Refah Partisi önce iktidardan indirildi, ardından kapatıldı. Buna rağmen dindarlar sert bir tepki göstermek yerine sadece oldukları gibi yaşamak, nefes almak istediler. Yeri geldi bu dahi çok görüldü, ama dindarların özellikle entelektüel dindarların önemli birkısmı rövanşist bir zihniyete saplanmadı, karşı tarafın ne kadar içselleştirdiği belli olmayan birlikte yaşam teorileri üretmeye devam ettiler, ediyorlar. Ama günün sonunda birlikte yaşayacaksak, herkes herkesle yaşamayı öğrenmek zorunda.