Yine bir Ramazan ayına daha eriştik. Geçen sene oruç/savm bahsine değinmiştim. Bu yazıda ise “sıyam” ifadesinin içeriğine ayetler ışığında farklı açıdan bakmayı deneyeceğiz.
“Ey iman edenler / güvenenler, sıyam sizin üzerinize yazıldığı gibi sizden öncekilerin üzerine de yazıldı. Umulur ki sakınırsınız!” (Bakara 183)
Bu ayette geçen “sizden öncekilerin” Yahudi ya da Hıristiyanlar değil, Mekke’de ilk dönem peygambere biat eden müminlerin olduğunu söylemiştik.
“Kuran’ı marazlı ayda indirdi ki, insanlara hidayeti göstersin, apaçık beyyinatla, furkanla hidayete ersin o aya şahit olanlar. Sıyam ederek bu marazdan kurtulsunlar. Ancak hasta ya da seferde olurlarsa iddetleri bittiğinde, sonraki günlerde onu tekmil etsinler/tamamlasınlar. Allah size kolaylık sağlıyor. Size hidayet veren Allah’a şükredin!” (Bakara 185)
“Ramazan” kelimesini “marazlı/yakan/kavuran” şeklinde çevirirsek böyle bir anlam çıkıyor ortaya. Bu bana mantıklı geldi. Çünkü Kuran’ın tebliğ edilmeye başladığı o devirde insanlar şirk içinde yüzen, tevhitten uzak insanlardı. Yani kalpleri marazlıydı. Rab bir ayetinde “Kalpleri vardır anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler ve kulakları vardır ama işitmezler” demekle bu maraza bir atıfta bulunuyor olmasın?
Buraya kadar anlatılanların düz manada “yeme, içme ve cinsel ilişkiden feragat olmak” ile bir ilgisi olduğunu sanmıyorum. Bizden önceki kalbi marazlı kitleler çoğalınca “sıyam” etmeyi unutmuşlar ya da yapmamışlar ve halk hidayetten yoksun kalmış. Günümüzde olduğu gibi.
Özetle sıyam: “halkı maraza sürükleyen bir etkinlikle art arda/günlerce mücadele etmek ve tüm inananlar olarak bu mücadeleye katılmak. Hasta ya da yorgun iseler bunu diğer günlerde yapmak.” Marazlı günlere şahit olup da sıyam edemeyenler bari miskinlere yardım etsinler. Her iki durumda da yardım etme ve marazı giderme olgusu söz konusu. Yani toplumsal bir sıkıntıya birlikte çözüm bulmak.
Diğer sıyam ayetlerine de bu açıdan bakarsak şöyle yorumlayabiliriz.
Meryem, kalbi marazlı allamelere karşı “susmak”la sıyam etti. Zira etrafındakiler kendisine iftira attılar.
Yeminini bozanın sıyamı ise “bir daha böyle bir hataya düşmemek için kendisiyle mücadele verecek. 3 gün boyunca buna sadık kalacak ki azmettiği anlaşılsın”. Yine toplumun örfüne atıf yapan bir uygulama.
Katl sıyamı ise: Allah’ın verdiği canı almanın hatasıyla kendini 60 gün boyunca sıyama verecek. İki boyunca vicdanını hesaba çekecek. Bu ayette bahsi geçen sıyam yine arap toplumunun kültürel yapısı ile ilgili.
Gelelim “ramazan” kavramının toplumsal çerçevesine.
Bakara suresi 184. Ayette ifade edilen sayılı günlerden müteşekkil olan siyam ve buna engel teşkil edecek durumlar hastalık ve savaş seferidir. Gelenek ayetteki seferi yolculuk olarak algılamıştır. Hac kavramı ile savm/siyam kavramını bir düşünmek gerekir. Zira birbirinden ayrı kavramlar değildirler.
Bahsi geçen bu siyam geleneksel anlayış ile aç, susuz kalmak ve cinsel ilişkiden uzak durmak değil aksine bir yere bir amaç için gidip (Hac), orada bir kısım eylem ve söylemlerden beri durmak mıdır? Elçi neredeyse hac oradadır. Bir coğrafyaya ait değildir.
Mekke düştü. Artık zalim yönetim ve yöneticiler devrildi. Hz. Peygamber hem coğrafyaya yönetimin el değiştirdiğini hem de uygulamaya koyacağı yeni hükümleri ve sistemi anlatmak üzere insanları çağırıyor (Hac 27. ayet)
Çünkü uygulamaya koyulacak sisteme göre ileride işlenecek suçlara karşı ceza uygulamasında haberimiz yoktu diyemesinler (lokal) diye yapılan çağrı. (İnsanlar arasında haccı duyur. Gerek yaya gerek deve üzerinde SANA gelsinler.) Bu bağlamda “Hac” kavramına atıfla, kadim Arap toplumu geleneğinde “haram, dokunulmaz, saygın” ayları bilinçli bir kullanımla bilinçlendirilecek insanlar. Geleneğe göre bu dönemde kan davası yok, avlanma yasak, ticaret sınırlı.
Elçinin davetine icabet edenler (ki aralarında bedeviler de vardır) gündüzün öğretim saatinde olanlar elbette birtakım eylemlerden uzak duracaklar (yeme, içme, cinsel ilişki). Gereksiz soru sorulmayacak, yüksek sesli tartışma olmayacak, gece ise kendi aralarında kritikler yaparak tefekkür ile geçirilecek ve istirahat edip sabahlayacaklardır. Yani vahyin tebliği esnasında birtakım eylemlerden “beri” duracaklar, kendilerini tutacaklardır.
Ailesi Mescid-i Haramda/Mekke’de oturanlar için 10 gün, civar bölge ve beldelerden gelenler için ise 3 günlük katılım söz konusu. Civardan gelerek 3 gün kalanlar ise ailelerine döndüklerinde ailelerini de bilgilendirmeleri için eğitimi 10 güne tamamlayacaklar.
Şimdi konuyu toparlayacak olursak şöyle özetleyelim.
Bireysel veya toplumsal olarak yaşanan sıkıntılı durumlarda, tevhitten uzak, adaletin olmadığı ve zulmün baş gösterdiği durumlarda insanlar “vahye” sarılacak, vahyin ışığında adalet ve barış arayacak, topumun refahı için gereken kararları “istişare” ederek alacak ve aldığı kararları “liyakat” sahibi insanlara tevdi ederek gerekeni yapacaktır. Alınan kararları dinlerken “zihnen sarhoş olmayacak” rehavete kapılmayacak, tefekkür edecek ve şartlara göre hareket edecektir.
Ayetlerden yola çıkarak farklı bir “ramazan” ve “oruç” anlayışı ortaya koymuş olabiliriz. Belki kimilerine çok radikal gelecek bir yorum ama derin bir tefekkür ile meselenin günün belirli saatlerinde aç kalıp sonra vakti gelince tıka basa yemek yeme olmadığını anlamak gerekir. Günümüz Kur’an çevirilerinde olmayan kelimelerin eklenmesi ya da olan kelimelerin doğru çeviri yapılmaması nedeniyle ortaya çıkan “geleneksel” ramazan anlayışını sorgulamak elzemdir.
Sorgulamaktan korkmayın!
Herkese bilinçli bir farkındalıkla Ramazan geçirmesini dilerim.
Esenlikler.