Merhaba değerli okurlar;
Bilindiği gibi ülke gündemini meşgul eden konulardan birisi de “mülteci” meselesidir. Savaş, işgal vs. gibi etkenlerden dolayı vatanlarından ve yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kalan insanların verdiği yaşam mücadelesidir. Bugün ülkemiz, sadece sınırlarımızda değil Avrupa’yı da kapsayan en büyük mülteci olaylarından biri ile karşı karşıyadır. Adına mülteci, göçmen veya sığınmacı deyin nasıl tanımlanırsanız tanımlayın fakat bu insanlar topraklarından ayrılmak zorunda bırakılmıştır.
Peki, gerçekten durum böyle midir?
Türkiye tam manasıyla bir iltica ülkesi konuma gelmiştir. 1900’lü yıllarda ve sonrasında meydana gelen göçler ve mübadele ile bu topraklar herkesi kabul etti veya etmek zorunda kaldı. Adalar’dan göçenleri, Balkanlardan gelenleri, o günkü şartlarımız ve ekonomik durumumuz yeterli olmasa da bir şekilde ülkemize aldık ve misafir ettik. Hatta sonrasında gelenlerin ülkeye olan katkıları ile ekonomik olarak bir şekilde faydalandık ve faydalanmaya devam ediyoruz.
Mesele gelenleri ağırlamak değil aksine gelen insanların içinden konum sahibi, yetkinliği olanları istihdam edip ülke menfaati için kullanmaktır. Önümüzdeki yıllarda Suriyeliler, Afganlar veya diğerleri böyle bir rol oynarlar mı? bunu zaman gösterecektir. Ülkeyi yönetenler ve güvenlik birimleri akıllıca davranır, kontrolsüz sızlamaları denetleyebilirlerse, bu mülteci akını Türkiye için yeni yeni kazançlar sağlayabilir. Kazanç tabi ki insanları “ucuz” paralara çalıştırmak değildir. Asıl kazanç, içlerinde doktor, mühendis, bilim insanı, öğretmen vs. olan insanların ilgili yerlerde değerlendirilmesidir.
Nasıl meydana geldiği hâlâ tam olarak çözülemeyen Arap Baharı sonrası dönemde, Avrupa Birliği ciddi bir sınav vermiştir. Türkiye bu sürede resmen “tampon ülke” olarak kullanılmıştır. Yaşadığımız bu ciddi mülteci akınından kurtulmak için soğukkanlı olmak, geleneksel toplum yapısını korumak ve devlet yapısına sahip çıkmak, buna zarar verecek etkenleri bir şekilde durdurmak ve takip etmek zorundayız. Fakat bunu yapabilecek “milli şuur” sahibi insanların olması gereklidir. Sadece yönetime ve güvenlik güçlerine değil, aynı zamanda vatandaşlara da ciddi bir sorumluluk yüklenmelidir.
İktidar, Suriyeli mültecilere vatandaşlık veri, kapılarını açarken gerçekten samimi bir eylem içinde midir yoksa Avrupa Birliği’nin taleplerini yerine getirme derdinde midir? Bunun cevabını zaman gösterecektir. Bu durum sosyolojik olarak ele alınabilir.
Vaktiyle Türk işçilerinin ülkesine gelmesi ve Almanya’ya yerleşmeye başladıklarında aynı endişeyi Almanya hükümeti ve vatandaşları da duymuş olmalılar. Fakat Almanya, bu durumu zamanla kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış ve kontrol sağlamıştır. Şimdi ülkesinde bulunan Türklerin, vatandaşlar olarak ciddi hakları vardır. Tabi bunun diğer bir nedeni, Türkiye’nin Arap ülkelerine göre daha gelişmiş ve modern olmasıdır diyebilir miyiz açıkçası bilmiyorum.
Bir şekilde bu mülteciler ülkeye geldiler ve yerleştiler. Kimileri iş sahibi oldular kimileri ise yetkinliklerine göre belirli görevlere getirildiler. Aynı zamanda ülkeye bir “Arap Kültürü” de gelmiş oldu. Fakat asıl değinmek istediğimiz nokta, sosyal hayatı etkileyen ve giderek ciddi bir sorun teşkil eden “taciz” olaylarıdır. Bu konu, ülkenin “sinirleri” ile oynanacak hale gelmiştir. Türk halkının örf ve adetlerine aykırı görüntülerin sosyal medyada dolaşması ve sanki “kasıtlı” yapılıyormuş gibi gözümüze sokulması insanların canını yeterince sıkmaktadır. Kâh çekilen videolar kâh sahillerde oluşan görüntüler muhafazakâr milliyetçi kesimi rahatsız etmektedir.
Tekrar edelim ve ister kabul edelim ister etmeyelim Suriyeli mülteciler ülkede yerleşecekler, yerleşiyorlar. İş sahibi olup dükkân açıyorlar ve açacaklar. Belki de akrabalık bağı kuracaklar. Okullarda okuyup mezun olacaklar. Tüm itirazlara rağmen görevlere gelecekler. Bu süreç, iktidar tarafından iyi yönetilmeli. Kendi tabanlarına şirin gözükmek için “cadı avına” çıkmamalı fakat aynı zamanda halkının refahını korumak adına ciddi önemler almalıdır. Ülkede ciddi bir “muhafazakâr milliyetçi” potansiyeli vardır. Ve bu potansiyel bazı çevrelerce olumsuz yönde kaşınırsa önümüzdeki zamanlarda çok daha ciddi problemlerle karşılaşacağımız kesindir.
Artık mülteci sorunu gerek siyasiler ve gerekse sosyologlar tarafından geç olmadan önlem alınması gereken bir sorun olarak algılanmalıdır. Aksi takdirde vahim sonuçlar kaçınılmazdır.
Savaşlarda en çok kadınlar, yaşlılar ve çocuklar etkilenmektedir. Bunun dışında kalanlar ise kendi ülkelerini savunmalıdırlar. Bu insanlarda “vatan savunması” gibi bir gelenek tam olarak olmadığından, Suriyeli gençlerin bu şuuru kavrayıp ülkelerini savunmaları elzemdir.
Esenlikler dilerim.