17 Ağustos 1999 tarihinde Gölcük'te meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem, Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biriydi. Deprem sonrası hükümetin tutumu tartışıldı.
Hükümetin ilk tepkisi yavaş oldu. Başbakan Bülent Ecevit, depremden 6 saat sonra bölgeye gitmek üzere yola çıktı. Ancak yoğunluk nedeniyle yolda kaldı ve deprem bölgesine ulaşması daha uzun sürdü. Bu gecikme de hükümetin eleştirilmesine neden olan başka bir etkendi.
Deprem sonrası hükümet, kurtarma ve yardım çalışmalarına odaklandı. Uluslararası yardımların kabul edilmesi ve koordinasyonun sağlanması için Dışişleri Bakanlığı görevlendirildi. Hükümet, depremzedelere gıda, su, ilaç ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için çaba gösterdi.
Ancak deprem sonrası hükümetin yavaş hareket etmesi, acil yardımın yetersizliği ve kurtarma çalışmalarında yaşanan koordinasyon eksiklikleri gibi sorunlar nedeniyle eleştirildi. Ayrıca, depremden etkilenen bölgelerdeki yapı stokunun yetersizliği ve çarpık kentleşmenin yarattığı sorunlar nedeniyle hükümetin alması gereken önlemleri önceden almadığı da eleştirildi. Hatta dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş dahi mevcut durumu açık açık eleştirdi. Yetemedik! Dedi.
Sonuç olarak, 1999 Gölcük depreminde hükümetin tutumu, müdahale yetersizliği, yapıların kontrolsüzlüğü, çarpık yapılaşma, müteahhitler vs. herkes suçlandı, eleştirildi.
Bugünkü mevcut hükümet yetkilileri ve seçmenleri olan insanlar da bu eleştiriyi yapanlar arasındaydılar. 1999 yılında yayın yapan medya organları verdikleri görüntülerle facianın boyutunu gözler önüne serdiler. O zaman sosyal medya yoktu. Anlık canlı yayınlar yoktu. Sadece, faciayı yaşayan insanların söyledikleri ve haber ajanslarının verdiği görüntüler vardı. Halk yine isyan ediyor “Nerede hükümet” diyordu. Provokasyon olacak bir durum yoktu. Peki, bu isyanın nedeni neydi? Cevap çok basit: Hazır değildik!
Kahramanmaraş’ta ve diğer illerde yaşanan büyük deprem sonrasında benzer bir açıklama da İçişleri Bakanı’ndan geldi. “Biz, İstanbul depremini bekliyorduk!” Koordinasyon eksikliği, denetimsiz yapılar, ulaşmayan yardımlar yine ülkenin kâbusu oldu.
Ama şu hakkı teslim etmemiz gerekir. 99 yılına göre bugünkü yardım şartları biraz daha iyi durumda. Fakat eksiklik yine “denetim” ve “koordinasyon” kısmındaydı. Biz toplum olarak hemen birlik olabiliyoruz fakat iyi koordine olamıyoruz.
Değişen nedir? Hiçbir şey. Peki, değişmeyen nedir?
Öncelikle 99 depreminde faciaya sebep olan “denetimsizlik” bariz bir şekilde göze çarpıyor. Suçlu sadece hükümet ve yönetim organları mı? Hayır. Seçimle yönetimi iktidar partisine veren halk, bir gün olsun gidip bir belediyeye “bizim denetim, kontrol, deprem yardımları, hazırlıklar vs.” nasıl gidiyor, ne durumda diye sordu mu? Hayır.
Oy vererek yönetimi verdiğiniz insanlardan “açıklama” beklediniz mi? Hayır. Ama siz yine aynı şekilde seçmeye, liyakatsiz yöneticilere “işin ehli olmayan insanlara” idareyi vermeyi tercih ettiniz.
Aradan 24 yıl geçti. Değişen bir şey var mı? Hayır. Alınan deprem vergileriyle ne yaptınız diye sordunuz mu? Hayır. 24 senede bir arpa boyu yol gidilmemiş anlaşılan. Deprem olmadan önce yapılması gerekenleri yapmayıp sonrası için yapılacaklara odaklanan bir zihniyet haline geldik ne yazık ki.
O zaman şikâyet etmeye hakkımız var mı? Kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden cezalandırılıyoruz ama farkında değiliz. Biz hesap sormayınca, hesap sorulmayan gayet rahat bir şekilde yönetmeye devam ediyor.
Öncelikle şu ayırımı yapmak elzem. Devlet ayrı bir kavram hükümet ise ayrı. Hükümet eleştirilir. Muhalefet partileri bu yüzden vardır. Aksayan bir mekanizma varsa düzeltilmesi için gereğini yapar. Halkta eğer yönetimden memnun değilse demokratik hakkı olan seçim ile yönetimi dilerse değiştirir. Yönetim, ehil insanların elinde olmazsa bu sefer işleyen mekanizma tökezler. Yönetim içinde bozulma, çürüme başlarsa bu çürüme mevcut iktidarın her organına sıçrar.
Eleştirilen hükümet ne kadar suçluysa, eleştirenler de o kadar suçlu. Kimse masum değil.
Aynayı kendimize çevirmemiz lazım. Dönüp geçmişe bakmamız gerekiyor. Neredeydik, ne kadar yol katettik ve nereye geldik.
Biz seçiyoruz, kendi elimizle iktidara birilerini getiriyoruz fakat yetersizlik olunca isyan ediyoruz. Neden? Göremeden mi seçiyoruz yoksa neyi seçtiğimizi bilmiyor muyuz?
Biz yeterince sorgulasaydık, denetleme mekanizmalarını harekete geçirseydik, rehavete kapılmasaydık, güç ve iktidar sarhoşu olmasaydık, maddiyata düşkünlükle rant peşinde koşmasaydık, inşaat firmalarını ve yapıları yeterince denetleyip uygunsuz yapılara izin vermeseydik, biraz daha para kazanma hırsıyla hareket etmeseydik, belki durumumuz biraz daha farklı olurdu.
Neyi yapmadık?
Birincisi, işi ehline vermedik. İkincisi “kendimizi düzeltmedik” ve başımıza gelene “kader” diyerek razı olduk. Üçüncüsü, başımıza gelenlerin “günahlarımız yüzünden” olduğunu düşündük ama “kendi hatalarımız tarafından cezalandırıldığımızın” farkına varamadık.
Bir toplum içinde “adaletsizlik, haksızlık, hırsızlık, arsızlık, zulüm” baş göstermişse, bunun tek nedeni yine “biziz”.
Şimdi önümüzde 14 Mayıs seçimleri var. Yine seçeceğiz. Ama neyi seçeceğimizi biliyor muyuz? Korkmadan sorgulayabileceğimiz, hesap sorabileceğimiz, şeffaf olacağına inandığımız bir yönetimi mi seçeceğiz? Yoksa böyle gelmiş böyle gider diyerek 100 yıllık kaderi tekrar mı yaşayacağız?
Şikâyet etmek, isyan etmek, karalamak, suçlamak, suçlu aramak yerine kendimizi, bizi yönetenleri sorgulamalıyız. Biz ne yaptık? Ne kadar dürüst, ahlaklı, erdemli, çelişkisiz ve tutarlı, günahsız, haramsız, zulüm etmeden, barış temelli yaşayabildik? Toplum olarak en ufak bir afet ya da krizde kendi vatandaşımıza ihanet etmekten ne zaman vazgeçeceğiz?
Ekonomik veya hastalıktan dolayı oluşan kriz durumlarında ne kadar “erdemli” olabildik?
Dış güçler adıyla hayalet bir düşman aramaya gerek yok. Biz bize yetiyoruz bu konuda.
Geçmişte eleştirdiğimiz şeylerin benzerini hatta daha fazlasını biz yapıyorsak, o zaman şikâyet etmeye hakkımız yok!
Umarım bu seçimde halk kendi içinde ayrışmaz. Dinci, İslamcı, Kemalist, Sağcı, Solcu diye ayırmak ya da “Haçlı Hilal” savaşı diyerek “meseleyi başka boyutlara taşımak” ciddi sorun yaratır.
Hakkımızda hayırlısı.
Esenlik dilerim.