Felaketten felakete paraşütsüz atlayan, türlü türlü husumetten kendini bir türlü sıyıramamış güzel ülkemin güzel insanları, bu kez 6 Şubat’ta büyük bir felaketin içine düştü. Bizim de yüreğimize ateş, gözümüze yaş…Enkaz altında nefes alan mucizeler ile ayakta kalmaya çalışıyor, biraz olsun tebessüm ve teselli arıyoruz ama nafile… Bu acının şiddetini tarif edecek bir betimleme biçimi mevcut değil…Yakınlarını kaybedenlere başsağlığı diliyor, Sabırla bekleyenler için dua ediyorum ve bu üzüntümü bir kenara bırakıyorum çünkü benim öfkelendiğim ve bahsetmek istediğim başka bir husus var.
Ülkemizin hatta dünyanın odaklandığı bu deprem, 10 ilimizi can pazarına terketmiş, tüm Dünya’yı da endişeye sürüklemiştir. Ülkemizin her bir köşesinden gönüllüler ve profesyoneller; Dünya’nın her bir ülkesinden arama kurtarma ekipleri bölgeye akın edip; gecesini gündüze katarak can kurtarma telaşına düşmüştür. Orada bulunan herkese, her yüreğe minnet borçlu olduğumuzu kendime ve sizlere tekrar hatırlatmak istiyorum. Malûm; biz çabuk unutan bir milletiz.
Göçük altında kalan ve hiç bir yaşam belirtisi göstermeyen bir grup kansızın ahlakını kendi kendime konuşmadan, düşünmeden; düşündükçe öfke nöbeti geçirip, ağlamadan duramadım. Bu yüzdendir ki oradaki felaketi fırsat bilen, “düşene bir tekme de sen vur”u yaşam kalitesi edinmiş, topluma huzursuzluktan başka bir şey getirmeyen parazitlerden, yağmacılardan, üçkağıtçılardan kendi dilimde bahsedeceğim.
1999 Düzce depreminde 5 litrelik suyu fahiş fiyata satan; bir canlının en küçük yapı taşı bile olma hakkını elinin tersiyle itmiş; ancak Allah vergisiyle insan suretine bürünmüş bu türler yine ülkemin farklı bir köşesinde hortlamış, can telaşına düşmüş olan vatandaşın canını, hakkını ve duygularını gasp etmekten çekinmeyerek bize ve bu felaketi dibine kadar hisseden insanlara ayrı bir travma bırakmışlardır.
Sadece gece yatağında olup biteni ahlâk kabûl edenlerin enkazlar arasında cirit atıp marketleri, evleri yağmalamaktan kendini alıkoyamadığı, çomaksız köyde itlik yaparak başka hayatları daha da çıkmaza soktuğu bir süreç yaşattı bu; anne karnında oksijeni bile mazot zannedip çekmiş olan namustan bihaberler.
Ar damarlarından şüphe ettiklerimin nasıl bir hayat anlayışı var ise; o anda bile bir çamaşır makinesi düşünebiliyor. Yani mesela yan komşun göçük altında can vermiş ya da hayat mücadelesi veriyor iken sen “okuturum ben bunu” diye düşünüyorsun…. Bu hiç bir ahlâki değer taşıyan kalpte yoktur. Bu hiç bir canlının içgüdüsünde bile yoktur. Bu insanoğluna has bir şey. Dünya ve ülke tarihi bunun tekerrürü ile dolu.
Peki o asılsız ihbar sahipleri? Yaşanmış bir felaketin ilk saatlerinde, insanlar henüz olayın şokundayken ve her can orada çırpınır iken; nasıl bir zihniyet sahibidirler ki, insanları yanlış yönlendirmek için çabalarlar?
Kendine küfür edilmesinden hoşlanan bir grup oluşum olduğunuzu başka bir yolla da belli edebilirdiniz. Zira böylesi daha kabul edilirdi.
“Yerinde küfür şiir gibidir” demiş Saygıdeğer büyüğüm Can Yücel;
Bize de memleketçe şair olmak düştü.
Her şeyi geçtim.
Göçük altında canı için yalvaran bir insanın umudunu; nasıl o yarım zekanız ile aynı kefeye koyup oynarsınız ?
“Suçsuz olduğumu düşünüyorum” dedin.
Biz de sizin insan olmadığınızı düşünüyoruz..
Ama sormadan edemiyorum;
Neden abicim?
Hangi akla hizmet bu yaptığınız?
Tükürülecek sıfatı bile olmayan kardeşlerimiz! Neden kendinizden başka her hangi bir can kıymetli değil sizin için?
Vicdanınız yok bu belli…
Empati kurabilme zaten sizde aradığımız bir özellik değil.
Bakıyorum, insana ait bir şey bulamıyorum.
“Kimsiniz?” sorusunu geçtim
Nesiniz siz ?
Kendimce şunu söyleyebilirim. Bu ne idiği belirsizler toprağına, vatanına, ailesine ihanet edendir. Komşusuna, mahallesinde düşene, yanında can çekişene el vermesini bekleyemezsin.
Aslında Milli Felaket yaşanması durumunda yapılan yağmalamanın, yanlış yönlendirmenin…vb cezası, kişinin özlük haklarını tümden alıp, sınır kapısına bırakmak olsa yeterince adil olmaz mı? Çünkü bu zatlar insan aklına ve ruhuna külfet olmaktan başka bir işe yaramayanlardır. Ne diye yaşadığı toprağa saygısı olmayan bu cehaletin esiri, yine akl-ı selim vatandaş olsun? Cezasını ceketinin iç cebine koyup gönderince anlayacaklardır yerinden yurdundan olmanın, hakkın olanı zorla elinden almanın nasıl bir acı olduğunu. Kalan ahlak fukaralarına ders olur mu orası da muamma.
İşini düzgün yapana lafım yok ama çocukluğunda, sahil kenarında yaptığı kumdan kaleleri; meslek hayatına da taşıyan müteahhit dolu memleket. Benim optimist yaklaşımım; Avrupa ve Amerika’da bulunan toplam müteahhit sayısından kat kat fazla olan canım ülkemde, bu işi hakkıyla yapan Avrupa’nın toplam rakamı kadar olduğunu söylüyor. Dediğim gibi; Optimist yaklaşımım…
Suriyeli meselesini konuşmuyorum bile...
Daha konuşacak çok şey var ama bu sefer bu ülke her şeyi daha net gördü…
Bu ülke; göçük altında can kurtarmak için can veren köpeği de gördü; göçükler arasında itlik yapanı da.
Taşı oynamamış binaları da gördü bu ülke, çakma savaroski taşlı süslü binaları da…
Alnının akıyla konuşan müteahhit de gördü, “yurtdışına tapu teslim etmek için gitmeye çalışan” müteahhit de…
Sırf karşıt fikirli diye depremde ölen bir milletvekilini sosyal medyada bedduaya boğan merhametsiz klavyeşörleri de gördük.
Allah kalbinize göre versin kardeşim ne diyeyim…
Bitmedi…
Çadır işgal edilmesin diye dışarıda yatan alnından öpülesi Mehmetçik’i de gördü; Hayatını bu kez ekmeği için değil, başkasının canı için riske atan Emekçi Maden İşçilerini de.
Sayın Oğuzhan Uğur’u, Haluk Levent’i de gördü bu ülke; onları karalamaya çalışanları da…
Sessiz dostlarımız Proteo, Orly, Balam, Köpük ve adını bilmediğim nicelerini gördük hepimiz.
Descanse en paz Proteo !
Server Beşirli !
Bu ölkə sənin ürəyini gördü. sən gözəl insansan mənim qardaşım.
Biter mi?
Bu ülke; 5 liralık bisküviyi 40 liraya satan dinlenme tesisini de gördü, tabii ki tepkisiz kalamayan Beşiktaş Çarşı Grubunu da.
Bu ülke umre parasını bağışlayan dedemi gördü; aynı zamanda müslüman olmayan Jahrein’in dedeyi umreye gönderme arzusunu da.
Ülkece; Bulaşık makinesi telaşına düşmüş komşuyu da gördük; düşman komşu bilinen, “Hepimiz Türk’üz” diyen Yunan’ı da…
Ermeni’si de koştu yardıma Yahudi’si de.
Dünya, merhameti olan insanların birleşebileceğini gördü.
Ülke; yadırgamadan, yargılamadan birleşebileceğini de gördü.
Gerçek düşmanın cehalet olduğunu daha iyi anladı aklı biraz olsun selim olan bile.
Şimdi zamanı değil belki ama sormak isterim izninizle.
Koşulsuz birleşmek; herkesin birbirini anlayarak yaşayabilmesi için felakete mi ihtiyacımız var?
İnsani yanımız, her canımız yandığında mı hortlayacak?
Göz yumduğumuz cehaletin getirdiği kaos ile; felaket oldukça mı mücadele edeceğiz?
Felaket başı insanlık mı olur? Olmaz.
Oturup düşünün isterim kendinizi daha az düşündüğünüz bir vakitte çünkü şimdi gerçekten kellemiz ile düşünme zamanı.
Bunca aramızdan ayrılan canı,
Harcanan çabayı,
Cehaletin ve kurnazlığın getirdiği yıkımı,
O kadar kalp kırıklığını,
Ruhunuzdaki hasarı;
“Eli kulağında” denilen İstanbul depremini
oturup düşünmek lazım.
Başımız sağolsun Türkiye…