“Bir Amerikan İç Savaşı gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd, Anneler Günü gibi babaların da bir günü olması gerektiğini düşünmekteydi. Dodd'un babası annelerinin yokluğunda 6 çocuğunu tek başına büyütmüştü.Babasının doğum günü olan 5 Haziran'ın Babalar Günü ilan edilmesi için çalışmalara başlamış ama bu çalışmalar o tarihe yetişemeyerek kutlamalar haziran ayının üçüncü pazar gününe ertelenmiştir.
Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910'da Washington'un Spokane şehrinde kutlanmıştır.1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge kutlamaları desteklemiş; ama resmi olarak Babalar Günü ilan etmemiştir.1966 yılında ise o dönemin başkanı Lyndon Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü pazarının Babalar Günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımlamıştır. 1972 yılında ise başkan Richard Nixon'ın imzasıyla Babalar Günü yasal olarak ABD'de resmi tatil ilan edilmiştir.
Babalar Günü, babaların ve baba figürlerinin çocuklarının hayatlarına yaptıkları katkıyı takdir etmek için dünya çapında kutlanmaktadır. Dünya çapında çeşitli tarihlerde kutlansa da birçok ülke bu günü Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlar. Avustralya ve Yeni Zelanda'da Babalar Günü Eylül ayının ilk Pazar günüdür. Tayland'da, ülkenin kralının doğum günü olan 5 Aralık'ta kutlanır. Brezilyalı babalar, Ağustos ayının ikinci Pazar günü onurlandırılır.
Katolikler ise Babalar Günü olarak farklı bir tarihi kutlarlar. Onlar bu kutlamayı dini açıdan ele alıp Hıristiyanlık peygamberi İsa'nın babası anısına, Mart ayının 19. gününü St. Joseph Günü adı altında babalarına armağan etmektedirler. Bazı ülkelerde bu kutlamalar dinî özelliklerinin dışına çıkmıştır.”(Alıntı)
Pek sevgili Sonora ablamız, babasının kendisi ve 5 kardeşine göstermiş olduğu bu fedakârlığı ödüllendirmek, ona vefa borcunu defaten ödemekiçin büyük bir mücadeleye girmiş, “şimdi böyle yapıyoruz ama kapitalizm mevzuyu sonradan piç edip, konunun içini boşaltmasın?” diye düşünmeden girdiği mücadelenin meyvelerinibir şekilde toplamış. Son noktayı da torunu yaşındaki Nixon Abimiz imzayı yapıştırarak bu özel günü kapitalizme servis etmiştir. Şimdi ise “babalar gününde ne hediye alsam” kadar basit bir zorunluluğa, Sonora’nın kemiklerini sızlatacak kadar samimiyetsiz bir hale gelmiştir.
Sonora Abla’mızın babası tabi ki büyük bir zahmete girmiş,öyle bir dönemde 6 çocuk büyütmüş, bir deüstüne gazi olmuş; “Bir arkadaşıma bakıp çıkacağım” diye geçeceği feleğin çemberi,komşu Nebahat Abla edası ile “ay valla bir sillemi daha yedirmeden bırakmam” diyerek abimizin içinden geçmiş; adamcağız daSSK’dan eksik günlerini tamamlayamadan, emekli olamadan ve Kaş’a yerleşemeden terk-i diyar etmiş…
İşin aslı bilinmez tabii ancak; Sonora’nınbabası gibi bu mücadeleyi hiçbir zaman bırakmayan tüm yüreği güzel babaların kıymetinin bir güne sığdırılmamasını temenni ediyor, bu ve buna benzer erdemlere sahip babalaraşapka çıkartıp onları ayakta alkışlıyorum.
Babalar gününden ziyade ben tabii ki şapka çıkarttıran babaları övmek yerine, “keşke şapka taksaydı” dedirttiren babaları yermeyedaha yatkın hissediyorum kendimi. Çünkü gündelik hayatımızda etrafta karşılaştığımız, hayatlarımıza iznimiz olmadan müdahale eden ya da etmeye çalışan; hakkımıza, yaşam alanımıza, destursuz röveşata atan insanlar, evlat yetiştirmeyi bırak, davranmayı bilmeyen babaların eserleridir ve bu eserler hayatlarımızı her alanda etkilediği bariz ortadadır. Açıkçası beni rahatsız ediyor, sizi rahatsız etmiyor mu? Çünkü yarattıkları kaos sosyolojik açıdan insan aklını ve ahlâkını zorlamakta.
Babalığısadece biyolojik olarak üstlenipsonrasında evlat sahibi olmanın getirdiği sorumluluklara karşı -kıçını dönerek uyuyan koca-kıvamında umursamaz bir hayat sürdüren bu nöron yoksunu abilerimiz, elbette bireysel alışkanlıklarını ve sapkınlıklarınıtoplum içerisinde ve de topluma karşı uygulayan ve huzur kaçıran evlatlar yetiştirdiklerinin, zararsız kesimin başına çorap ördüklerinin farkında olmayan veya farkına varmak istemeyenlerdir.Bu isteksizliğin ve duyarsızlığın yarattığı kaosu çok uzağa gitmeden etrafınızda, hatta telefonunuzda bulunan herhangi bir sosyal medya uygulamasında görüyorsunuz zaten. Tabi siz şimdi eğitimsizlikten bahsedince aklınıza en yakınınızda bulunan tahsilini tamamlayamamış kimseler geliyor olabilir ancak ben sadece kitap yüzü görmemiş insandan değil, hastasının yüzüne bakmadan reçete yazan doktordan, yüzüne gülerek sana madik atan arkadaşından da bahsediyorum. Eğitim konusunun derinliği olduğu gibi “Yerilecekler Listesi” de kabarık şimdi girmeyelim oralara.
Mesela; “Eğitimi okul veriyor ne de olsa” gafletine düşen sabah 9 akşam 5 mesai zihniyeti babalar, mesleki deformasyondan mıdır nedir; “ne yaptın okulu?” sorusu ile, evlatlarına iş yerinin muhasebecisi muamelesi yaparak ilgili davrandığını sanırlar. Hesaplarda çıkan açık karneye yansıyınca “Çocuğun bir sorunu var mı bir konuşmak gerek Safiye” demek yerine “Baba bak! Bugün karatede bunları öğrettiler” hezeyanı ile baba karşısına dikilen sümüklü velet gibi, dövüş sanatını üzerinizde test ederek maaşınızdan ve aklınızdan kesinti yaparlar. Sizler de işte travmalardan travmalara akbil sahibi emekliler gibiindi-bindi yapar, gezersiniz.
“Çocuk benim değil mi kardeşim? Döverim de severim de!”
Hâlbuki eğitimin temel taşının bizzat kendisi olduğunu; okul öncesi eğitimin önce kendisinden geçtiğini algılaması içinçok büyük bir çabaya girmesine gerek olmadığını onu yetiştiren insanlardan öğrenmediği için, bildiğinin doğru olduğunu sanıp, sorgulamadan büyük bir lütufmuş gibi;
- Biz babalarımızdan böyle gördük.
- Yani?
- E ben de size aynısını yapacağım oğlum !?
alt metni ile hayatı öğretmeye ve öğrenmeye kapalı olduğunu açık açık beyan ederler. Sen de başı kesilmiş tavuk gibi toplum içinde kendini ararsın.
Kuşaklar arası çatışmanın galaksiler arası çatışmaya dönüşme sebebi bu değil mi zaten? Kendini sorgulama yetisine sahip olmayan ebeveynlerden baba figürü, kendisinden olanların kusurlarını kendinde aramak ve düzeltmek yerine onları “bundan adam olmaz” ile yermeyi tercih ettiği sürece bu çatışma nesilden nesile aktarılacak. İyi debabadan oğula geçmiyor muydu bu seciye meselesi? Biz mi bir şey kaçırdık? Böyle karakter ile adam yetiştirememek, yetiştiriyormuş gibi yapmak; temeli çürük binaya kaçak kat çıkmaktan farksızbabacım.
Tek tarafı suçlamak ahmakça olur tabi. Olur da baba bilinçlenir; desteğe senin de el açman gerekir. Baktın olmadıvaziyete erken uyanıp kendini eğitir, babanın olgunlaşmamış hallerinden ders çıkartıp kendine ve çevrene fayda sağlarsın yoksa topluma; bireysel alışkanlıklarını zorbalıkla kabul ettirmeye çalışan “babasının-oğlu” olur, bize de illallah ettirirsin. Yapma güzel kardeşim zaten ortam karışık…Yapma…
Ben bir baba değilim ancak babalığın temelinde, tıpkı aklı selim bireylerin birbirine beslediği gibi, sahip olduğu değerlere (evlatlara) karşı saygı beslemesi, bu değerlerin (eşi de dahil) birey olduğunu unutmadan yaklaşması ve hayatı öğretmesi gerektiğini biliyorum. Yani en azından “baba olsam nasıl yetiştirirdim?” sorusuna zamanla verdiğim cevaplar ve hayatta karşılaştıklarım ile “nasıl evlat yetiştirmemem gerektiğini” biliyorum. Neyse ki baba olmak gibi bir niyetim yok. Umumi bir tuvalette paspas çeker gibi hayatımdan her gün atık ayıklıyorken bir de çocuğa, artık çivi bile tutmayan dünyada hayat mı miras bırakayım?Her şey bir kenara, bir de benden bir tane daha düşününce…
Yok annem kalsın, sağol…
Babalardan; imparator penguenleri gibi kuluçkaya yatmasını ya da denizatları gibi hamilelik süreci geçirmelerini beklemiyoruz. Hanesine, topluma fayda sağlayacak, topluma edepsizlikleri ile zarar vermeyecek bireyler yetiştirmesi için mücadele etmesini bekliyoruz.(Çoğul konuşuyorum ama? Yani benim gibi düşünenler elbette vardır…Yani vardır herhalde?) Yoksa “ismi lazım değil kuşağın” batırdıklarıyla, ürettikleri ile boğuşuyor, boğuluyoruz. Biraz nefes almayalım mı artık?
Ne bileyim belki ben de bu beklentim ile; temeli çürük binaya kaçak kat çıkmayı hayal ediyorumdur. Yine de iki seçenek var ortada…
Oku baban gibi, eşek olma,
ya da
Oku, baban gibi eşek olma…